Evet, gerçekten yabancı değil. Elimde harita bir oraya, bir
buraya zıplıyorum. Sabah yine Tiffany’de kahvaltıyı çevirdim ve sokağa atladım. İlk iş
Lucy’nin tavsiye ettiği Sanat Festivali Bölgesi olan 798’e gitmek oldu. Neden
798 dediklerini bilemiyorum. Birilerine sormak dünyanın en zor durumuna
sokabilir sizi. Çünkü hala aynı sorunu yaşıyorum. Bir çok Çinli gerçekten
İngilizce bilmiyor. O yüzden bir süre
sonra kendi kendime konuşur gibi oluyorum.
798 denilen bölge şehrin neredeyse bir ucunda. Pekin’in
Kuzeybatısında. Küçük bir semtin tüm sokaklarıyla bir sanat merkezi olduğunu
düşünün. Bizim Oto Sanayi gibi bir yer. Girişlerinin karanlık ve izbe
göründüğü binaların içine girince içeridekilere inanamıyorsunuz. Yüzlerce
mağaza ve dükkan var. Bildiğimiz hangar gibi yerler. Her şey ama her şey sanat
üstüne.
Kişisel sergiler var, design shop’lar var, irili ufaklı
değişik yüzlerce dükkan var. Sokaklarda sokak satıcıları, her yerde sokağa
açılmış tezgahlar vs. Resimlerden de göreceğiniz gibi çok değişik bir yer.
Şansıma Bian Ba’nın kişisel sergisi varmış . Thangka
Sanatı Çin’de çok önemli yer tutuyor. Bizim minyatür sanatı gibi. Bian
Ba bu konuda Çin’in önemli isimlerinden biriymiş. Çok güzel bir sergisi vardı.
Gezmek nasip oldu. Özellikle 4 büyük
adam isimli tabloları çok ilgimi çekti.
Kaderci , Gerçekçi, Adaletli
ve Yardımsever olarak 4 olguyu temsil
ediyormuş. ( Adam dediğin böyle olur demek istiyor zahir!)
The Man of Destiny
The Man of Truth
The Man of Justice
The Man of Benevolence
Liu liyu’nun solo sergisi de çok ilgimi çekti. Buyrun
resimlere bakın. Cam üzerine Sanat yapıyormuş ve hangarın girişindeki
çalışmasına hayran kaldım. Resimde bakmayın kısa gibi göründüğüne, en az 20-30
metre uzunluktaydı çalışma. Hepsi tek tek elde yapılmış camdan parçalar.
3 saate yakın yorulana kadar dolaştım. Sokakta yiyecek
yapanları seyrettim. Bir videoyu sizinle paylaşmak istedim. Yaptıkları yiyeceğin adı hakkında hiç bir
fikrim yok. Çince yazıyor ve ben doğal olarak hiç bir şey anlamıyorum. Dışarıdaki
seyyar satıcılardan bir şeyler yemeğe açıkçası cesaret edemedim. Kısıtlı
zamanımı hastalanıp yatakta geçirmek istemediğim için olabildiği kadar dikkatli
davranmaya çalışıyorum. Diğer neden ise biliyorum bazıları beni kınayabilir ama
hijyen konusunda aşırı endişelerim var.
798’den çıktıktan sonra Temple of Heaven (Cennet Tapınağı)
denilen yere gittim. O kadar büyük ve gezilmesi bitmeyen bir yer ki, kapıda
alınan biletin ucunda 5 parça var, her parça giriş yaptığınız bölümde
koparılıyor. Kuzey Kapısından giriş yapıyorsunuz ve Güney Kapısından çıkarken
tüm parçalar koparılmış oluyor, siz de yorgunluktan kendinizi bir yere atmaya
çalışıyorsunuz. Mekanı gezerken 2 kez
mola verdim. Bir şeyler içtim. Zaten her Tapınak bir koru içinde ve Parkta
mutlaka oturacak bir yerler buluyorsunuz.
Sonrasında Tapınak’tan çıktım ve Silk Market’e gitmek için
araç bulmaya çalıştım. Silk Market, aklınıza gelebilecek her türlü ünlü markayı
deli ucuza alabileceğiniz bir yer. Sıkı pazarlıkçıysanız dünyanın büyük
mağazalarında size binlerce dolara sattıkları ürünleri çocukların cep
harçlığına elde edebiliyorsunuz. Ayıptır söylemesi ben de sıkı pazarlıkçıyım.
Ancak pazarlığında b.kunu çıkarmamak gerekiyor.Çünkü bugünkü satıcı kızın da
dediği gibi burası Çin olduğu için her şeyi ucuza kapatmaya gelen bir güruh var
ve bence buradaki insanlara da saygıdan fazla uçmamak gerekiyor. Yoksa
insanları küçümsüyor gibi oluyorsunuz. Sonuçta bu insanlar da 3 kuruş kazanmak
için saatlerce deli gibi çalışıyorlar. Dolayısıyla pazarlığı da tadında
bırakmak lazım.
Ancak pazarlık olayının bir de şöyle bir tarafı var...
Tapınak’tan çıktıktan sonra bir taksi tutayım dedim. Tamam itiraf ediyorum
kendimi burada zengin gibi hissettim. Her yere taksiyle gittim. Metro
istasyonları zaten o kadar yakın mesafede değiller. Kime sorsam havalara bakıp,
burada istasyon yok dedi. Mecburen riske girmedim. E bir de vallahi yoruldum
yürümekten bari arada ki ulaşımda oturayım istedim.
Etrafım bir anda korsan taksiciler ve hutongcularla
çevrildi. Haritada nereye gideceğimi gösterdim. 150 Yuandan kapı açtılar.
Mesafenin kısa olduğunu söyledim, trafik olduğu için dolanacağını söyleyip 80 Yuana kadar düştüler. Ama 2 gündür her yere taksiyle gittiğimden mesafeyi çok
iyi biliyorum ve 30 Yandan fazla tutmayacağına eminim.Onlara da aynını
söylüyorum ama ısrarlılar. Sonunda “tamam, vazgeçtim taksiden” diyerek
uzaklaşmaya çalıştım. Sert çıkma
durumunuz yok, o yüzden olabildiği kadar alttan almak gerekiyor. Ben de
yürümeye karar verdiğimi söyledim ve uzaklaştım etrafımdaki kalabalıktan. 50
metre gitmeden yoldan taksi çevirdim. Her zaman yasal araçları kullanmakta
fayda var. Vardığımda taksiye 27 Yuan ödedim. Taksi uzmanı oldum, korsanların haberi yok tabii. Taksiden inerken size
bildiğimiz kasa fişi veriyorlar. Taksimetrelerin yanında minik yazar kasalar
var. Bu sizin de güvenliğiniz için.
Olurda takside bir şey unutursanız geri alma şansınız var ya da taksicinin sizi çok dolaştırıp
aldattığını düşünürseniz şikayet edebiliyorsunuz. Taksiyle ilgili tüm bilgiler
fişte mevcut. Hatta sizinle bir resmini paylaşayım fişin. Yanda gördüğünüz
gibi. Şimdiye kadar ödediğim en yüksek taksi ücreti ilk gece alandan otele
gelirken ödediğim 73 Yuandı. Ki o da 25 TL yapıyor. İstanbul’da evden
alana giderken ödediğim paradan çok çok daha düşük bir rakam. İstanbul’a dönünce
taksilere binemeyeceğim ve binersem de o kadar kısa mesafelere o kadar büyük
miktarları verdiğim için kesinlikle mutsuz olacağım.
Silk Marketten çıktıktan sonra (aldıklarımı elbette kendime
saklayacağım :) )
o kadar acıkmıştım ki etrafıma şöyle bir baktım ve hemen Pazar’ın yanındaki
Fajita Bar’a kendimi attım. Soğuk bir Bira çok iyi geldi. Hava bugün
muhteşemdi. Saat başı yüzüme güneş
koruyucusu sürmek zorunda kaldım. Şortla dolaştığım halde terledim. Sonra İstanbul’daki
soğuk aklıma gelince bu kadar şanslı olduğum için Allah’a şükrettim.
Yemek yediğim mekanın müdürüyle epey sohbet ettik. Zincir
Restaurant olduğu için aslında Amerika’da yaşıyormuş ama Pekin’e gönderilmiş.
Bence Çinli olmasının büyük etkisi var. Adam Amerika’yı özlüyor tabii. Bir an
evvel de dönmek istiyor ama çalışmak zorunda ve emekliliğine çok az kaldığı
için idare etmeye çalışıyormuş. Geldiğimden beri en iyi İngilizceyi konuşan
kişi oydu. !0 kez tekrarlatmadım en azından. 5.ncide anladım :) Bu Çin aksanını ne
yapacaklar bilemiyorum ama iş yerinde konuşanların Türkçe aksanına bile
eyvallah der duruma geldim. O derece yani.
Yemeğimi de yedikten sonra
canım kahve çekiyor. Etrafta deli tavuk gibi kahve alacağım bir yer
ararken ileride bir Coffe Shop gördüm hemen daldım tabii. Siparişimi aynen şu
şekilde verdim : “Hello there .Can I have a nonfat Latte please?” Türkçe Meali: “Merhaba, bir tane yağsız sütle
yapılmış Latte alabilir miyim?” Karşımda
bildiğiniz duvar var. Duvar bile tepki verir, karşımdaki vermiyor. Budha’yı
buraya koymuşlar galiba diye düşünüyorum. Yüz ifadesi tapınaklardaki Buda
gibi. Tam o sırada yanımda iyi bir parça! duruyordu. O bir şeyler söyledi duvardan
bozma arkadaşa. Anlatmaya çalışan Batılı
tabii ki, ama Çince konuşuyor. Ben Çince konuşan bir Batılı görmenin hevesiyle
hemen muhabbete başladım tabii ama bende bedeviden daha büyük bir bahtsızlık
olduğundan yanında çok hoş bir hatun bitiverdi. Çiftlermiş!. Neyse adamcağızım
yardım etti de aldım kahvemi. Ama o da epey uğraştı anlatmak için. Bana da daha kolay bir şey isteseydin bunu
ben de bilmiyordum tarif ettim dedi. Daha kolayı sütü kaynat, içine kahveyi
dök ver,
olacaktı ama anlayamadım tabii ben. Bir dahakine inşallah.
Elimde kahvem, otele geldim, kendimi odaya zor attım. Biraz dinlendim sonra elime netbook’umu alıp
aşağıya indim. Kızlarla lafladım. Kuzen ve teyzemle Skype’dan konuştum. WhatsApp
ve Skype’ı icat edenlere sürekli dua ediyorum. Ne işe yarar şeyler kardeşim. O adamların kesinlikle Cennet’e gitmesi gerek.
7’yi geçe gidip akşam yemeği yiyeyim dedim. Ancak bu gece
Pekin’de son gecem olduğu için bu kadar yol gelip Pekin Ördeği yemeden gitmek
olmaz dedim. Resepsiyondaki görevlilere sordum. Neyse ki çok şanslıyım, otelin
akşam vardiyasındaki Concierge’da bir kız çalışıyor. Babası Alman, annesi
Kanadalı ingilizcesi çok iyi ve onunla sohbet edip ne istediğimi anlatabildim.
Otele yakın bir kaç restaurant varmış ama bütün ördek getirdikleri ve ben tek
olduğum için manasız bir şey olacaktı. Çoğu restaurant tek kişilik servis
yapmıyormuş. Burada ördek yemeğe grup olarak gittiklerinden tüm ördek 4 kişi
için normal ama bir kişi için ziyan maalesef. Neresi yapar diye bir kaç yer
araştırdılar. Sonra otelden taksiyle 10 dk’lık mesafede varmış bir yer.
İnternetten haritasını döküp verdiler elime. Taksiye anlattık, çıktık yola.
Allahım nasıl anlatayım bilmiyorum. Yarım saat önce otele
geldim ve ayrıldığımdan beri yusuf yusuf yaptım. Kendi kendime, “ Ördek senin
neyine? Otur zıkkımlan ne bulursan otelde” diye homurdanıp durdum. Taksi beni
garip yollardan, sokaklardan geçirdi. Anlaşılır bir dilde şöyle anlatayım.
Yabancı birisiniz, İstanbul’a geldiniz ve Swiss Otel’de kalıyorsunuz. Canınız
bir kebap çekti ama ne hikmetse iyi kebap yiyeceğiniz yerin otele taksiyle 10
dk mesafede olduğunu söylediler, sizi taksiye bindirdiler ve harita verdiler
elinize. Tabii daha önce size adresi verenler de gitmemiş, internetten
bulmuşlar, hatta konuştuğunuz kişi, kebap güzelse bana da söyle ben de daha
sonra gideyim diyor! Veee taksi sizi alıyor Dolapdere'nin oralarda, hani şu çok da tekin olmayan bölgesine
götürüyor. Herkes size garip bakıyor, kimse dilinizi anlamıyor. Anlamak gibi
bir istekte de bulunmuyorlar. Siz elinizdeki dökümü onlara gösterip doğru yere
gelip gelmediğinizi öğrenmeye çalışıyorsunuz, çünkü taksici “Burası!” demiş ve sizi bırakıp gitmiş oradan. Allahım daha önce hiç öyle garip bir
yere gitmemiştim. Elimden geldiğince sevimli görünüp gülümsemeye, elimdeki
kağıdı göstermeye çalışıyorum, oralı bile değiller. Biri üst katı işaret etti.
Ama mekan öyle garip ki. Kapıda naylondan püsküller sallanıyor. Etraf kırmızı
renkte ve olabilecek en avam ve kalitesiz şekilde döşenmiş. Kötü bir genelev
girişi gibi. (Genelev girişi nasıldır görmedim ama filmlerden gördüğümü tarif
ediyorum. Sadece etrafta kadınlar eksik.)
Üst katta kapı girişinde hazır olda 3 hatun duruyor. Elimdeki kağıdı onlara da
gösterip yerin adını okuyup orası olup olmadığını soruyorum. Şöyle kağıda bir
bakıp, suratlarını çevirdiler, ilgilenmediler bile. Sadece kafalarını şöyle bir
olumsuz anlamda zahmet edip salladılar. Yanlış yere geldiğimi düşünüp tekrar
aşağı indim. Her tarafta neon ışıklarıyla Çince yazıyor ve ben hiç bir şey
anlamıyorum. Merdivenlerde genç bir çifte rastladım. Yukarı çıkarken de
görmüştüm ama birbirlerine karşı çok samimi görünüyorlardı keyiflerini bozmak
istememiştim. Mecbur kalınca çekine çekine İngilizce bilip bilmediklerini
sordum. Cennet kapıları o an açıldı bana. İkisi de biliyordu ve öyle
sevimlilerdi ki anlatamam. Hemen yardım ettiler. Komik olan, doğru mekandayım
ancak hatunlar zahmet edip anlamadıkları için beni, oranın doğru yer olduğunu da söylemiyorlar.
Sipariş almak zor oluyormuş! Bir an geri dönüp gideyim dedim ama kendime de
yediremiyorum tırıs tırıs dönmeyi. Ortalık bomboş. Sadece bir masada 5 Çinli
adam gürültülü bir şekilde konuşuyorlar. Ben girince tabii hepsi bana bakmaya
başladı. Ben gençlere yapışmış vaziyetteyim hatta oturun birer bira
ısmarlayayım dedim. Ancak gitmeleri gerektiğini söylediler. Onlar da yemek
yemişler, bitirmişler ve kalkıyorlarmış. O sırada orta yaş üstü bir çift geldi.
Hepsi aileymiş. Aldılar gittiler tabii çocuklarını. Ben kaldım orada bir
başıma. Neyse ki çocuklar gitmeden siparişimi verdikleri için ben bir bira
söyledim beklerken biramı içiyorum. Diğer masadakiler bana bakıyor... Göz göze
gelmemek için bir şey yapmam lazım. Etrafa, havalara ne kadar bakarsanız bakın
bir şekilde göz göze geliyorsunuz. Telefon lanet olsun çekmiyor kimseyle
konuşamıyorum. Wi-fi yok WhatsApp’a giremiyorum. Elimde telefonu evirip
çevirirken imdadıma ne yetişti dersiniz?
Vurdum kendimi Candy Crush’a!!!!! :) O hırsla kilitlerden
birini açtım. Sonra yemek gelene kadar aynen devam. Yemek öyle bir geldi ki sanki kıtlıktan
çıkmışım. Hepsini bitirmeme olanak yok. Alt tarafı sebzeli pirinç ve bir
porsiyon (güya! ) Pekin Ördeği geldi. Ama o kadar çoktu ki yarısını bıraktım.
Yerel bira diye istediğim bir şişe biranın büyüklüğü neredeyse litrelik
şişeydi. Hiç birini bitiremedim elbette
ve hepsine 98 Yuan ödedim .(30 TL civarı) Bence o yemeğe bedava sayılır... Ama
azıcık da gevşeyerek yiyeydim iyiydi. :) Yoksa Allah için yemeklerin lezzeti çok
iyiydi.
Sonrası çıktım sokağa yürümeye başladım. Dört yol ağzında
ışıkların oraya gelince bir taksi geliyordu hemen durdurdum ve içine atladım.
Otelden verdikleri “Beni buraya götürün” yazılı otelin adresini ve krokisini
gösteren kartı verdim şoföre. Kafayı
salladı, aldı getirdi otele sağ olsun.
Şu an güvenli bir şekilde bu satırları yazıyorum... Ama yine
dışarı çıkasım var mı? Var! :) Yapacak çok şeyim olduğundan şimdilik
çıkmıyorum. Ama insanın başına gelen her şey sonradan çok komik görünüyor. Yani felaket olmadığı sürece... Anlayacağınız bir Ördek uğruna az daha çanağı
çizdiriyorduk! Olsun.. Pişman değilim, yine olsa, yine yaparım! :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder