Günün Sözü

Umut her daim vardır...

17 Ekim 2013 Perşembe

Çin Günlüğü – IV (Pekin artık yabancı değil)

Evet, gerçekten yabancı değil. Elimde harita bir oraya, bir buraya zıplıyorum. Sabah yine Tiffany’de kahvaltıyı çevirdim ve sokağa atladım. İlk iş Lucy’nin tavsiye ettiği Sanat Festivali Bölgesi olan 798’e gitmek oldu. Neden 798 dediklerini bilemiyorum. Birilerine sormak dünyanın en zor durumuna sokabilir sizi. Çünkü hala aynı sorunu yaşıyorum. Bir çok Çinli gerçekten İngilizce bilmiyor.  O yüzden bir süre sonra kendi kendime konuşur gibi oluyorum.

798 denilen bölge şehrin neredeyse bir ucunda. Pekin’in Kuzeybatısında. Küçük bir semtin tüm sokaklarıyla bir sanat merkezi olduğunu düşünün. Bizim Oto Sanayi gibi bir yer. Girişlerinin karanlık ve izbe göründüğü binaların içine girince içeridekilere inanamıyorsunuz. Yüzlerce mağaza ve dükkan var. Bildiğimiz hangar gibi yerler. Her şey ama her şey sanat üstüne.









Kişisel sergiler var, design shop’lar var, irili ufaklı değişik yüzlerce dükkan var. Sokaklarda sokak satıcıları, her yerde sokağa açılmış tezgahlar vs. Resimlerden de göreceğiniz gibi çok değişik bir yer.



Şansıma Bian Ba’nın kişisel sergisi varmış .  Thangka  Sanatı Çin’de çok önemli yer tutuyor. Bizim minyatür sanatı gibi. Bian Ba bu konuda Çin’in önemli isimlerinden biriymiş. Çok güzel bir sergisi vardı. Gezmek nasip oldu.  Özellikle 4 büyük adam isimli tabloları çok ilgimi çekti.  Kaderci , Gerçekçi,  Adaletli ve  Yardımsever olarak 4 olguyu temsil ediyormuş. ( Adam dediğin böyle olur demek istiyor zahir!)   
The Man of Destiny 

The Man of Truth

The Man of Justice

The Man of Benevolence


Liu liyu’nun solo sergisi de çok ilgimi çekti. Buyrun resimlere bakın. Cam üzerine Sanat yapıyormuş ve hangarın girişindeki çalışmasına hayran kaldım. Resimde bakmayın kısa gibi göründüğüne, en az 20-30 metre uzunluktaydı çalışma. Hepsi tek tek elde yapılmış camdan parçalar.





3 saate yakın yorulana kadar dolaştım. Sokakta yiyecek yapanları seyrettim. Bir videoyu sizinle paylaşmak istedim.  Yaptıkları yiyeceğin adı hakkında hiç bir fikrim yok. Çince yazıyor ve ben doğal olarak hiç bir şey anlamıyorum. Dışarıdaki seyyar satıcılardan bir şeyler yemeğe açıkçası cesaret edemedim. Kısıtlı zamanımı hastalanıp yatakta geçirmek istemediğim için olabildiği kadar dikkatli davranmaya çalışıyorum. Diğer neden ise biliyorum bazıları beni kınayabilir ama hijyen konusunda aşırı endişelerim var.


798’den çıktıktan sonra Temple of Heaven (Cennet Tapınağı) denilen yere gittim. O kadar büyük ve gezilmesi bitmeyen bir yer ki, kapıda alınan biletin ucunda 5 parça var, her parça giriş yaptığınız bölümde koparılıyor. Kuzey Kapısından giriş yapıyorsunuz ve Güney Kapısından çıkarken tüm parçalar koparılmış oluyor, siz de yorgunluktan kendinizi bir yere atmaya çalışıyorsunuz. Mekanı  gezerken 2 kez mola verdim. Bir şeyler içtim. Zaten her Tapınak bir koru içinde ve Parkta mutlaka oturacak bir yerler buluyorsunuz. 







Sonrasında Tapınak’tan çıktım ve Silk Market’e gitmek için araç bulmaya çalıştım. Silk Market, aklınıza gelebilecek her türlü ünlü markayı deli ucuza alabileceğiniz bir yer. Sıkı pazarlıkçıysanız dünyanın büyük mağazalarında size binlerce dolara sattıkları ürünleri çocukların cep harçlığına elde edebiliyorsunuz. Ayıptır söylemesi ben de sıkı pazarlıkçıyım. Ancak pazarlığında b.kunu çıkarmamak gerekiyor.Çünkü bugünkü satıcı kızın da dediği gibi burası Çin olduğu için her şeyi ucuza kapatmaya gelen bir güruh var ve bence buradaki insanlara da saygıdan fazla uçmamak gerekiyor. Yoksa insanları küçümsüyor gibi oluyorsunuz. Sonuçta bu insanlar da 3 kuruş kazanmak için saatlerce deli gibi çalışıyorlar. Dolayısıyla pazarlığı da tadında bırakmak lazım.

Ancak pazarlık olayının bir de şöyle bir tarafı var... Tapınak’tan çıktıktan sonra bir taksi tutayım dedim. Tamam itiraf ediyorum kendimi burada zengin gibi hissettim. Her yere taksiyle gittim. Metro istasyonları zaten o kadar yakın mesafede değiller. Kime sorsam havalara bakıp, burada istasyon yok dedi. Mecburen riske girmedim. E bir de vallahi yoruldum yürümekten bari arada ki ulaşımda oturayım istedim.  

Etrafım bir anda korsan taksiciler ve hutongcularla çevrildi. Haritada nereye gideceğimi gösterdim. 150 Yuandan kapı açtılar. Mesafenin kısa olduğunu söyledim, trafik olduğu için dolanacağını söyleyip 80 Yuana kadar düştüler. Ama 2 gündür her yere taksiyle gittiğimden mesafeyi çok iyi biliyorum ve 30 Yandan fazla tutmayacağına eminim.Onlara da aynını söylüyorum ama ısrarlılar. Sonunda “tamam, vazgeçtim taksiden” diyerek uzaklaşmaya çalıştım.  Sert çıkma durumunuz yok, o yüzden olabildiği kadar alttan almak gerekiyor. Ben de yürümeye karar verdiğimi söyledim ve uzaklaştım etrafımdaki kalabalıktan. 50 metre gitmeden yoldan taksi çevirdim. Her zaman yasal araçları kullanmakta fayda var. Vardığımda taksiye 27 Yuan ödedim. Taksi uzmanı oldum, korsanların haberi yok tabii. Taksiden inerken size bildiğimiz kasa fişi veriyorlar. Taksimetrelerin yanında minik yazar kasalar var.    Bu sizin de güvenliğiniz için. Olurda takside bir şey unutursanız geri alma şansınız var  ya da taksicinin sizi çok dolaştırıp aldattığını düşünürseniz şikayet edebiliyorsunuz. Taksiyle ilgili tüm bilgiler fişte mevcut. Hatta sizinle bir resmini paylaşayım fişin. Yanda gördüğünüz gibi. Şimdiye kadar ödediğim en yüksek taksi ücreti ilk gece alandan otele gelirken ödediğim 73 Yuandı. Ki o da 25 TL yapıyor. İstanbul’da evden alana giderken ödediğim paradan çok çok daha düşük bir rakam. İstanbul’a dönünce taksilere binemeyeceğim ve binersem de o kadar kısa mesafelere o kadar büyük miktarları verdiğim için kesinlikle mutsuz olacağım.  

Silk Marketten çıktıktan sonra (aldıklarımı elbette kendime saklayacağım :) ) o kadar acıkmıştım ki etrafıma şöyle bir baktım ve hemen Pazar’ın yanındaki Fajita Bar’a kendimi attım. Soğuk bir Bira çok iyi geldi. Hava bugün muhteşemdi.  Saat başı yüzüme güneş koruyucusu sürmek zorunda kaldım. Şortla dolaştığım halde terledim. Sonra İstanbul’daki soğuk aklıma gelince bu kadar şanslı olduğum için Allah’a şükrettim.

Yemek yediğim mekanın müdürüyle epey sohbet ettik. Zincir Restaurant olduğu için aslında Amerika’da yaşıyormuş ama Pekin’e gönderilmiş. Bence Çinli olmasının büyük etkisi var. Adam Amerika’yı özlüyor tabii. Bir an evvel de dönmek istiyor ama çalışmak zorunda ve emekliliğine çok az kaldığı için idare etmeye çalışıyormuş. Geldiğimden beri en iyi İngilizceyi konuşan kişi oydu. !0 kez tekrarlatmadım en azından. 5.ncide anladım :) Bu Çin aksanını ne yapacaklar bilemiyorum ama iş yerinde konuşanların Türkçe aksanına bile eyvallah der duruma geldim. O derece yani.

Yemeğimi de yedikten sonra  canım kahve çekiyor. Etrafta deli tavuk gibi kahve alacağım bir yer ararken ileride bir Coffe Shop gördüm hemen daldım tabii. Siparişimi aynen şu şekilde verdim : “Hello there .Can I have a nonfat Latte please?”   Türkçe Meali: “Merhaba, bir tane yağsız sütle yapılmış Latte alabilir miyim?”  Karşımda bildiğiniz duvar var. Duvar bile tepki verir, karşımdaki vermiyor. Budha’yı buraya koymuşlar galiba diye düşünüyorum. Yüz ifadesi tapınaklardaki Buda gibi. Tam o sırada yanımda iyi bir parça! duruyordu. O bir şeyler söyledi duvardan bozma  arkadaşa. Anlatmaya çalışan Batılı tabii ki, ama Çince konuşuyor. Ben Çince konuşan bir Batılı görmenin hevesiyle hemen muhabbete başladım tabii ama bende bedeviden daha büyük bir bahtsızlık olduğundan yanında çok hoş bir hatun bitiverdi. Çiftlermiş!. Neyse adamcağızım yardım etti de aldım kahvemi. Ama o da epey uğraştı anlatmak için.  Bana da daha kolay bir şey isteseydin bunu ben de bilmiyordum tarif ettim dedi. Daha kolayı sütü kaynat, içine kahveyi dök  ver,  olacaktı ama anlayamadım tabii ben. Bir dahakine inşallah.

Elimde kahvem, otele geldim, kendimi odaya zor attım.  Biraz dinlendim sonra elime netbook’umu alıp aşağıya indim. Kızlarla lafladım. Kuzen ve teyzemle Skype’dan konuştum. WhatsApp ve Skype’ı icat edenlere sürekli dua ediyorum. Ne işe yarar şeyler kardeşim.  O adamların kesinlikle Cennet’e gitmesi gerek.

7’yi geçe gidip akşam yemeği yiyeyim dedim. Ancak bu gece Pekin’de son gecem olduğu için bu kadar yol gelip Pekin Ördeği yemeden gitmek olmaz dedim. Resepsiyondaki görevlilere sordum. Neyse ki çok şanslıyım, otelin akşam vardiyasındaki Concierge’da bir kız çalışıyor. Babası Alman, annesi Kanadalı ingilizcesi çok iyi ve onunla sohbet edip ne istediğimi anlatabildim. Otele yakın bir kaç restaurant varmış ama bütün ördek getirdikleri ve ben tek olduğum için manasız bir şey olacaktı. Çoğu restaurant tek kişilik servis yapmıyormuş. Burada ördek yemeğe grup olarak gittiklerinden tüm ördek 4 kişi için normal ama bir kişi için ziyan maalesef. Neresi yapar diye bir kaç yer araştırdılar. Sonra otelden taksiyle 10 dk’lık mesafede varmış bir yer. İnternetten haritasını döküp verdiler elime. Taksiye anlattık, çıktık yola.

Allahım nasıl anlatayım bilmiyorum. Yarım saat önce otele geldim ve ayrıldığımdan beri yusuf yusuf yaptım. Kendi kendime, “ Ördek senin neyine? Otur zıkkımlan ne bulursan otelde” diye homurdanıp durdum. Taksi beni garip yollardan, sokaklardan geçirdi. Anlaşılır bir dilde şöyle anlatayım. Yabancı birisiniz, İstanbul’a geldiniz ve Swiss Otel’de kalıyorsunuz. Canınız bir kebap çekti ama ne hikmetse iyi kebap yiyeceğiniz yerin otele taksiyle 10 dk mesafede olduğunu söylediler, sizi taksiye bindirdiler ve harita verdiler elinize. Tabii daha önce size adresi verenler de gitmemiş, internetten bulmuşlar, hatta konuştuğunuz kişi, kebap güzelse bana da söyle ben de daha sonra gideyim diyor! Veee taksi sizi alıyor Dolapdere'nin oralarda, hani şu çok da tekin olmayan bölgesine götürüyor. Herkes size garip bakıyor, kimse dilinizi anlamıyor. Anlamak gibi bir istekte de bulunmuyorlar. Siz elinizdeki dökümü onlara gösterip doğru yere gelip gelmediğinizi öğrenmeye çalışıyorsunuz, çünkü taksici  “Burası!” demiş ve sizi bırakıp gitmiş  oradan. Allahım daha önce hiç öyle garip bir yere gitmemiştim. Elimden geldiğince sevimli görünüp gülümsemeye, elimdeki kağıdı göstermeye çalışıyorum, oralı bile değiller. Biri üst katı işaret etti. Ama mekan öyle garip ki. Kapıda naylondan püsküller sallanıyor. Etraf kırmızı renkte ve olabilecek en avam ve kalitesiz şekilde döşenmiş. Kötü bir genelev girişi gibi. (Genelev girişi nasıldır görmedim ama filmlerden gördüğümü tarif ediyorum. Sadece etrafta kadınlar eksik.)  

Üst katta kapı girişinde hazır olda 3 hatun duruyor. Elimdeki kağıdı onlara da gösterip yerin adını okuyup orası olup olmadığını soruyorum. Şöyle kağıda bir bakıp, suratlarını çevirdiler, ilgilenmediler bile. Sadece kafalarını şöyle bir olumsuz anlamda zahmet edip salladılar. Yanlış yere geldiğimi düşünüp tekrar aşağı indim. Her tarafta neon ışıklarıyla Çince yazıyor ve ben hiç bir şey anlamıyorum. Merdivenlerde genç bir çifte rastladım. Yukarı çıkarken de görmüştüm ama birbirlerine karşı çok samimi görünüyorlardı keyiflerini bozmak istememiştim. Mecbur kalınca çekine çekine İngilizce bilip bilmediklerini sordum. Cennet kapıları o an açıldı bana. İkisi de biliyordu ve öyle sevimlilerdi ki anlatamam. Hemen yardım ettiler. Komik olan, doğru mekandayım ancak hatunlar zahmet edip anlamadıkları için beni,  oranın doğru yer olduğunu da söylemiyorlar. Sipariş almak zor oluyormuş! Bir an geri dönüp gideyim dedim ama kendime de yediremiyorum tırıs tırıs dönmeyi. Ortalık bomboş. Sadece bir masada 5 Çinli adam gürültülü bir şekilde konuşuyorlar. Ben girince tabii hepsi bana bakmaya başladı. Ben gençlere yapışmış vaziyetteyim hatta oturun birer bira ısmarlayayım dedim. Ancak gitmeleri gerektiğini söylediler. Onlar da yemek yemişler, bitirmişler ve kalkıyorlarmış. O sırada orta yaş üstü bir çift geldi. Hepsi aileymiş. Aldılar gittiler tabii çocuklarını. Ben kaldım orada bir başıma. Neyse ki çocuklar gitmeden siparişimi verdikleri için ben bir bira söyledim beklerken biramı içiyorum. Diğer masadakiler bana bakıyor... Göz göze gelmemek için bir şey yapmam lazım. Etrafa, havalara ne kadar bakarsanız bakın bir şekilde göz göze geliyorsunuz. Telefon lanet olsun çekmiyor kimseyle konuşamıyorum. Wi-fi yok WhatsApp’a giremiyorum. Elimde telefonu evirip çevirirken imdadıma ne yetişti dersiniz?  Vurdum kendimi  Candy Crush’a!!!!! :) O hırsla kilitlerden birini açtım. Sonra yemek gelene kadar aynen devam.  Yemek öyle bir geldi ki sanki kıtlıktan çıkmışım. Hepsini bitirmeme olanak yok. Alt tarafı sebzeli pirinç ve bir porsiyon (güya! ) Pekin Ördeği geldi. Ama o kadar çoktu ki yarısını bıraktım. Yerel bira diye istediğim bir şişe biranın büyüklüğü neredeyse litrelik şişeydi. Hiç birini bitiremedim  elbette ve hepsine 98 Yuan ödedim .(30 TL civarı) Bence o yemeğe bedava sayılır... Ama azıcık da gevşeyerek yiyeydim iyiydi. :)  Yoksa Allah için yemeklerin lezzeti çok iyiydi.        





Sonrası çıktım sokağa yürümeye başladım. Dört yol ağzında ışıkların oraya gelince bir taksi geliyordu hemen durdurdum ve içine atladım. Otelden verdikleri “Beni buraya götürün” yazılı otelin adresini ve krokisini gösteren kartı verdim şoföre.  Kafayı salladı, aldı getirdi otele sağ olsun.


Şu an güvenli bir şekilde bu satırları yazıyorum... Ama yine dışarı çıkasım var mı? Var! :) Yapacak çok şeyim olduğundan  şimdilik çıkmıyorum. Ama insanın başına gelen her şey sonradan çok komik görünüyor.  Yani felaket olmadığı sürece...  Anlayacağınız bir Ördek uğruna az daha çanağı çizdiriyorduk! Olsun.. Pişman değilim, yine olsa, yine yaparım! :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder