Nazenin biri olduğumu keşfettim. Kaç günden beri yürümenin
ve dışarıda dolaşmanın sonunda ayaklarım su toplamış. Üstelik çok rahat spor
papuçlarım olduğu halde. Bende ne narin, ne yumuşakmışım yeni anlıyorum. Masa
başı işi insana böyle bir dezavantaj vsağlıyor sanrım. Oysaki yoğun spor
yapıyorum. Öyle bütün gün poposunun üstünde oturan tembel biri de değilim.
Ancak kilometrelerce yürümek başka oluyormuş tabii.
Şu an, dün öğleden
sonra başlayan tembbelliğim halen devam ediyor. Gerçi bir kaç saat sonra çıkacağız
ve buranın Kapalıçarşı’sına gideceğiz. O andan itibaren epey yoğın bir program
var ve olabildiği kadar şu anın tadını çıkarmaya çalışıyorum.
Geldiğimden beri beni sinir eden şeyleri gördükçe ve aklıma
geldikçe yazıyorum. Ancak sanırım en sinir bozucu olanı şu internete uygulanan
sansür. Milyarlarca insanı bu şekilde kontrol ediyorlar zahir. Hiç bir yere
giremiyorsunuz. Bırakın adamların kendi ülkelerinde olup biten ne varsa, kendi
ülkenizle ilgili de bir yerlere giremiyorsunuz. Hatlar o kadar yavaş ki, bir
şeylerin inmesi, yüklenmesi arasında geçen zamanda bir süre sonra size ne
aradığınızı unutturuyor. Bir şey indirmeye çalışıyorum, öyle çok zaman geçiyor
ki, “ne bakıyordum ben yahu?” diyorum epey zaman sonra. Sonra da vazgeçiyorum
elbette. Sıkılıyorum ekranın başında manasız geçen zamana.
Bu sabah kahvaltı için minik bir Fransız Bistro’suna gittim.
Şükürler olsun nihayet iki tane güzel surat gördüm de biraz içim açıldı.
Etrafımda sürekli birbirine bağıran çirkin Çinliler doğrusu biraz beni benden
aldılar. Pekin’i daha çok beğendiğimi itiraf etmeliyim. Burası daha kaotik ve
karmaşa içinde. Burada en rahatsız hissettiren şey, insanların sürekli
birbirlerine bağırıp çağırması. Hani Türkler de yüksek sesle konuşurlar
alışığım aslında ama buradakiler sanki sürekli devam eden bir kavganın içinde
gibiler. Bir de şunu farkettim. Bir yabancı görünce Türkler değişirler, bir
kibarlıkları tutar, illa iletişime geçmek isterler, ben de hep “Aman ne yabancı
budalalığı var bizim şu milette” derdim. Vallahi herkesten özür diliyorum... O
da bizim kültürümüzün kibarlığı imiş herhalde. Öyle düşünmek istiyorum...
Çinliler uzaylı gelse umursamıyor. O kadar yabancılara karşı tepkisiz ve
yoklarmış gibi davranıyorlar ki... İnsan bir yardımcı olmaya çalışır, bir
yanaşır, bir kendini toparlar, bağırıyorsa bir kibarlaşır değil mi? Yoookk,
adamların umurunda değil. Hatta yabancı görünce daha bir coşuyorlar. Ülkede çok
yabancı var belki de alıştılar ve umursamıyorlar diyeceğim ama hiç öyle görünmüyor. O kadar yabancının
olduğu şehirde başka da bir dil öğrenir insanlar değil mi? O da yok. Şu an
düşünüyorum da , İstanbul’da adım başı birine rastlasanız ve İngilizce
konuşsanız, on adamdan sekizi kesin derdinizi anlayacak ve yardımcı olacak
kadar anlar sizi. İlla gidip orta yaşın üzerindekilere sormayın da gençleri
deneyin. Kesinlikle bir yabancıya yardımcı olacak kadar idare ederler.
Diğer bir konu; Shanghai’de kışın ısınmak için kalorifer ya
da buna benzer ısıtma sistemleri yok. Hiç bir yerde! Herkes evlerine
takdırdıkları klimalarla ısınıyor. Klimalar sizi ne kadar ısıtırsa... Doğal gaz
sistemi bulunmuyor bu şehirde.
Yiyeceklerle ilgili olarak ilgimi çeken bir kaç şeyin fotoğraflarını paylaşayım sizinle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder