Herkesin farklı yetiştiriliş tarzı vardır... Kimi özgür, kimi sınırlı, kimi baskıcı, kimi rahat... Ben kendim için belirli bir ifade kullanamıyorum. Baskıcı demek istiyorum çünkü kafamdaki tüm özgürce düşüncelere rağmen atamadığım hurafeler var hala çocukluğumdan gelen. Ancak delice bir baskı içerisinde yetişmiş bildiğim diğer insanları düşününce de o kadar da baskıcı değildiler demek istiyorum. Hakkını yemeyim küçüklüğümde babam gerçekten vizyon sahibi bir adamdı. Ben büyürken o da değişti. Duvar ustası! olmaya karar verdi ve etrafıma duvarları örmeye başladı. Ama itiraf etmem gerek bunda annemin büyük payı var elbette. Allah için tüm malzemeyi o taşıdı babama.
Çevremdeki herkese her zaman duvarlar içerisinde yetiştiğimizi söylerim. Ülkemizde maalesef büyük çoğunluk bu şekilde. Kim ne derse desin televizyonlarda kokoş programlarında gördüğünüz azınlığın yaşam şeklini tüm ülkedeki nüfusla bağdaştıramazsınız. Büyük çoğunluk başka bir gerçeklikle yaşıyor. Bizim de milletçe aldığımız eğitim aslında baskıcıdır, kalıplaştırıcıdır, şekilcidir, hayal gücünü yükseltmeyi bırakın, tamamen yok edicidir. O yüzden bizler hayal kurmayı da beceremeyiz. Sınırlı bir kafayla, hayaller de absürt oluyor, el uzayı hayal ederken biz Cin Ali kitaplarındaki hikayelere şaşırıyoruz...
Mesela en basit örneğiyle, hayatınızda en az bir kere başınıza gelmiştir. Çok gülseniz aile büyüklerinden birisinin "Başımıza bir şey gelecek o kadar gülünmez!" deyip sizi uyardığına bahse girerim. Mesela hayatınızda sahip olduklarınızla ilgili biraz mızıldansanız "Şükret haline, senden çok daha kötü durumda olanlar var, aç değilsin açıkta değilsin, Allah'ın gücüne gider." demiştir birileri. Kısaca hep tatminkar olmamız, şikayet etmememiz, elimizdekiyle yetinmemiz gerektiğini öğretmeye çalışmışlardır. Biz de uslu çocuklar olduğumuz için genelde uymuşuzdur bize öğretilene. Ne zaman çok gülsek "Ay başımıza bir şey gelecek" deyip korkup ciddileşmişizdir. Ne zaman bulunduğumuz duruma şikayet edip "neden olmuyor ki?" deyip mızıldanıp bir şey istesek "Aman çok şükür bunu bulamayanlar da var, kızım otur oturduğun yere" demişizdir şikayet ettiğimiz için elimizdekinden de olacağız korkusuyla.
Açıkçası bunun gibi verebileceğim çok örnek var benim hayatımda. Bazen mutsuzluktan yerlerde sürünürken, hayatımın bazı dönemlerinde gerçekten ama gerçekten çok zor zamanlar geçirdiğimde bile içten içe şikayet edemedim, doğru düzgün ağlayamadım, doğru düzgün gülemedim. Aşırılıktan hep kaçınmaya çalıştım. Oysa içimde başka bir benlik vardı her şeye isyan etmek isteyen, "ne olacak ki ya?" deyip akıl uçurtucu bir şeyler yapmak isteyen ya da sadece isteyen! Her defasında "Şükür aç değilsin, açıkta değilsin, onlar da olmayıversin, Allah muhafaza sahip olduklarını da kaybedebilirsin, bak senden daha kötü durumda olanlar var" diyen bir iç sesle kavga halinde geçiriyorum hayatımı. Nasıl çekilmez olduğunu anlatamam. Öyle sınırlıyor ki beni, ne risk alabiliyorum, ne daha fazlasını isteyebiliyorum, ne mutlu olabiliyorum, ne de kendimi özgür hissediyorum. Sürekli çok şey istersem elimdekilerden de olacağım korkusuyla vasat bir hayatın içinde mutsuzlukla debeleniyorum.
Her zaman söylüyorum, yakınımdakiler bilir... İşimde mutsuzum... Öyle mutsuzum ki, içimdeki kırıklığı anlatmaya kelimeler yeterli değil. Her sabah işe gidebilmek için içimdeki bir kaç kişiyle kavga ediyorum. İkna çabaları, teselli etmeler, kandırmalar, aklınıza gelebilecek her türlü hileyi kullanıyorum işe gidişimi sağlamak için. Hiç biri işe yaramıyor... Korkularımdan başka... Beni en çok korkutan, şikayet edersem elimdekinden de olacağım korkusu. Hayatımı sürdürmek için o işe ihtiyacım var ya, mutsuzluktan gebersem de gitmek ve orada paşa paşa çalışmak zorundayım. Çünkü başka alternatif yok hayatımda.
Bir kaç gün önce yolda gelirken hayal kurdum... Dedim ki; "Allah bir kapıyı kaparsa, öteki kapıyı açarmış. Kızım sık dişini Ocak ayına kadar, (Ocak ayında belli bir zam almam gerekiyor, şimdilik bununla kendimi kandırıyorum) eğer vermezlerse istediğini, gözünü karart, çıkışını iste. Özgür ol. Belki bu da bir işarettir, belki daha iyi bir şey çıkar karşına, belki gerçekten mutlu olacağın bir şeyi yapmak için vesile olur. Cesaretli ol, bağlanma eşyaya, kaybedeceğin korkusu yaşadığın şeylere, karart gözünü, kararlı ol, eğer vermezlerse istediğini, ya hep ya hiç için oyna" dedim... Hayalimde, çıkmışım o işten, inanılmaz şeyler olmuş, kırmışım zincirlerimi, beni mutlu eden, keyif aldığım bir şeyler yapıyor gördüm kendimi. Resim gözümün önünde canlandı inanın bir kaç saniye de olsa. İçime nasıl bir huzur, nasıl bir mutluluk yayıldı o an anlatamam. Belki de "Beterin beteri var" korkusunu üzerimden atıp bir hamle yapmalıyım. İçimdeki bu hep "elimdekiyle yetinmiyorum ya, Allah tarafından cezalandırılacağım, daha kötü duruma düşeceğim" korkusunu içimden atsam, belki cesur hamlelerle gerçekten bir farklılık yaratabilirim hayatımda. Ancak dedim ya, nasıl yetiştirilmişsek hep içimde elimdekiyle yetinmezsem onu da kaybedeceğim korkusunu taşıyorum. Gelen gideni aratır düşüncesini içimden atmak çok zor. Sürekli şükretmeniz gerektiği öğretildikten sonra azıcık bir mızıldanmak dahi en kötü kabuslarımın gerçekleşmesine sebep olacak sanıyorum.
O yüzden hayal kuruyorum sadece...
Maça döner bıçağıyla gelen Diyarbakır'lıya "bu nedir?" diye soran güvenlik görevlisinin aldığı cevap; "Döner de mi kesmiyah??" misali ben de sormak istiyorum; "Hayal de mi kurmiyah?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder