İçimde hep bir huzursuzluk, hep bir
kaybolmuşluk, hep bir diken üstünde olma hissi var. Neden kaynaklandığını
bilmiyorum. Belki ben diğerleri gibi değilim de, hep onlar gibi olmaya çalışmam
nedeniyle hissettiğim bu yorgunluktan. Belki bu nafile çabaların
yorgunluğundan… İçimde hep bir huzursuzluk, hep bir yorgunluk…
Kendimi arama çabasından yoruldum. Bana
verilen rol üstüme öyle yapışmış ki, kurtulamıyorum. Üstümden atmaya
çabaladıkça sanki daha çok yapışıyor. Cinnet anında çıldırmışçasına üstündekilerden
kurtulmaya çalışan birinin, kıyafetlerini parçalayarak çıkarması gibi
debeleniyorum. Yırttığım her parça, tekrar yerine yapışıyor. Ben söküp attıkça
daha çok yapışıyor. Kurtulmak istiyorum ama başkaları elleriyle onları vücuduma
bastırıyor. Bastırırken etimle bütünleşiyor o parçalar. Vücudumdaki asıl derinin
yerine o parçalar derim oluyor, beni kaplıyor. Çünkü etrafımdakiler öyle
istiyor... Ben onları çıkarmaya çalıştıkça kendimi kanatıyorum. Her yerim
kanıyor… Her yerimden kanlar akıyor… Bu ben değilim… Değilim!
Eğer baştan aşağı kan olursam hepsinden kurtulurum…
Ben olurum... Sadece ben!
Ama bu kadar çok acı vermesi!? Bu acı katlanılır gibi değil...
Bu acı beni vazgeçirebilir mi? Acıdan mı
korkuyorum? O yüzden mi, beni kan revan içinde bırakacak o son darbeleri atamayışım?
Derimi yüzmem lazım. Bu ben değilim. Bu deri benim değil. Bunu vucüduma başkaları
kapladı. Bu sahte derinin altında ben varım. Ben!
Bu sahte kılıftan kurtulursam, kendime de
kavuşacağım, biliyorum. Bu yüzden huzursuz, bu yüzden diken üstünde, bu yüzden
bu dünyaya ait hissetmiyorum. Ben başka bir dünyaya aidim. Ben başka biriyim.
Gerçek derime kavuşursam, ait olduğum dünyaya
da kavuşurum. Acıya rağmen, yüzersem üstümdeki bu deriyi… Yüzebilirsem eğer? İşte
o zaman… O zaman ait olduğum dünyaya gidebilme cesaretim de olacak.
Acıya katlanmak lazım… Acısız olmaz! Acısız
mutluluk da olmaz, acısız zafer de olmaz… Acıya katlanabilirsem eğer, ödülüm
özgürlük olacak. Beni saran bu etten prangadan kurtulursam, özgür
olacağım.
Gözlerimi kapatıp, başımı arkaya atıyorum.
Önce kafamın içinde sonsuz bir boşluk… Beyaz, gri bir boşluk… Biraz flu…
Kafamın içi sanki bulutlarla ya da sisle kaplanmış gibi... Öyle bir boşluk…
Sonra renkler ve şekiller beliriyor. Yavaş yavaş… Bölük pörçük… Biraz ordan,
biraz burdan… Ne oldukları belirsiz, şekilsiz, bilinmez objeler, görüntüler…
Belki de ait olduğum dünyaya dair parçalar… Yüzümde anlaşılmaz bir gülümseme. Henüz
kimsenin görmediği... Sinsi de denilebilir… Kabulleniş… Acısız mutluluk olmaz!
Elim yavaşça kalkıyor yüzüme doğru… Kalbimi, hissedeceğim acıya hazırladım... Başka çaresi yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder