Bu
hafta sıcaklar tavan yapacakmış. Gazete öyle diyor... Gerçi ben gün içinde Kuzey Kutbunda yaşadığımdan, günün cehennemini hissedemiyorum. Ama akşam eve
doğru yollanırken -bu şehrin içindeki milyonlara göre şanlı sayıldığımdan- kısacık mesafede bile hissediyorum dışarıdaki cehennemi. Benim erkeğin
cehennemini...
Hani şairler, yazarlar İstanbul'u anlatırlar ya uzun uzun. Bitmez bu
şehre olan sevdaları... Hani üzerine şiirler, yazılar yazmışlar, İstanbul'a
olan aşklarını anlatmışlar ya... Ve hepsi belki de erkek olduklarından, bu
şehri de hep kadın gibi görmüşler ya. Anlatımlarında bir dişilik vardır bu
şehre bakışlarında. Benimkisi onun gibi bir şey... Oysa bakmazlar
benim gözümden... Ben İstanbul'u hep bir erkek gibi gördüm.
Hırçın ama
bazen sakin. Agresif ama bazen suskun. Deli dolu, yeni yetme bir genç gibi. Hem
romantik, hem maço. Hem yerden yere vuran, hem düştüğünde elinden tutup
kaldıran. Anı anına uymayan, ne istediğini bilmeyen, acımasız ama şefkatli,
anlaşılmaz, kendi de ne yaptığını bilmez bir erkek gibi. Uzakta olduğumda,
sanki sürekli beni çağıran sesi, bir an evvel ona dönmemi ister gibi
kulaklarımda çınlar... Özlemi içimi yakar... Boğazın, yazın dingin huzura
kavuşmuş yüzeyi, kışın deli, öfkesini kusar gibi karaya savurduğu dalgaları...
Fantastik bir masalın içindeymiş hissi uyandıran, geceleri ışıldıyan o
ışıklar... Uzaklara baktığında gördüğün şehrin silueti... Puslu havalarda
şehrin üzerine çöken bulutlar... Yazın cıvıl cıvıl, kışın hüzünlü havası...
Pazar günü yatağında kiliseden gelen çan sesleriyle uyanmak, hemen ardından
camiilerden gelen ezan seslerini duymak... Sonra Boğaz’dan geçen gemilerin
düdüklerinin o seslere karışması... Hepsini bir arada nerede bulabilirsiniz ki?
Şimdi yazın
sonlarındayız ya... Benim erkek kızgın ya... "Kim
kızdırdı seni, kim üzdü bu kadar, ateş oldun sen!" diyorum ama cevap
vermiyor... Sanırım bu kızgınlığı bir kaç zaman daha sürecek... Öfkelenince
böyle ateş parçası oluyor işte... Ama ben onun kızgınlığını bile seviyorum.
Daha bir haşin, daha bir deli oluyor... Sonbaharda sakinleşir, lokum gibi
olur... Ne kaldı ki zaten? O zaman tadına doyamam artık... Gerçi arada mesela
bazen sabaha karşı çok kısa da olsa üzüntüsü gözyaşına dönüyor. İçli adam
tabii... Bazen kimse görmeden geceleri tek başına ağlıyor... Ben sabah
erken vakit, caddelerdeki ıslaklıktan anlıyorum yine içlenmiş, yine yalnız
ağlamış olduğunu...
Yazık ona da... Kimse anlamıyor garibimi.. Allah bilir bu kızgınlığı
yüzünden ne hakaretler işitiyor. Ama o ne yapsın? Öfkelendirdiler işte bir
kere... Kızgınlığını bir atsın, ateşini bir kussun sonra o da sakinleşecek...
Sonbaharda... Az kaldı... O zaman içlenecek... Öfkesi, hüzüne bırakacak
yerini... O zaman biz yine onunla beraber ağlarız... O yukarıdan bağıra
bağıra... Ben camıma onun gözyaşları akarken içeride sessiz sessiz....
Seviyorum ben bu adamı.... Yerine adam tanımam... En büyük aşkım... En haşin,
en deli erkeğim benim İstanbul!
Akşama yine kendimi onun kollarına bırakacağım... Cehennem ateşleriyle
kavrulan erkeğimin kucağına düşeceğim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder